Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir Kahramanmaraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kahramanmaraş °C

Dr. Ramazan Hurç’un Siyasi Manifestosu

Dr. Ramazan Hurç’un Siyasi Manifestosu
28.02.2018
A+
A-

Göksun İlçemizde iki dönem Belediye Başkanlık görevinde bulunan Yrd.Doç.Dr Ramazan Hurç son günlerde hakkında çıkan siyasi durumla alakalı olarak sitemiz Kent Göksun Haber Merkezi aracılığıyla kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yazılı açıklamalarda bulundu.Yrd.Doç.Dr Ramazan Hurç yazılı açıklamalarında şu ifadelere yer verdi.

HURÇ ” Bir devlette yönetime talip olmak her Türk vatandaşının hakkıdır. Ancak bu davranış sıradan bir iş değildir. Bir siyasî hareketin ortaya çıkmasında; temsil edeceği alan ve ortaya koyacağı fikrin bir zeminin olması gerekir.  Türkiye’de günün koşullarına göre ortaya çıkan bir sayasi hareket, kendisi için bir zemin görmüş olmalı ki  ortaya çıkmıştır.

Yeni şekillenen bir siyasi partinin kurucu il başkanı “beraber çalışmak istediğini” söyledi. Ben de “bir siyasi parti ile organik bağımdan başka bir gönül bağım yoktur” dedim. Bu konuşmadan sonra özel bir konuşmamız olmamıştır. Yeni siyasi parti ile de bazı medyatik haberlerin dışında fiziki bir bağlantım gerçekleşmemiştir.

Bu hareketten sonra lehde ve aleyhde pervasızca konuşmalar olmuştur. Topluma mal olmuş bir insan hakkında ileri geri konuşmaların ve hareketlerin olması son derece doğaldır.  Ancak İnsanlar, kendilerinin dışındaki insanın; yaratan tarafından “inanma”, “sevme” ve “hür/özgür” olma gibi erdemlerle yaratıldığını ve tercih etme/irade beyanı gibi haklarının olduğunu göz ardı ettiklerinin farkında bile değillerdir.

Birey aklı ve davranışları hiç kimse tarafından sınırlandırılmaya çalışılmamalıdır. Çünkü insan zübde-i âlemdir (alemin özü). Varlığın Fizik ve metafizik birleşmesinden neşet etmiştir. Çünkü yaratan, insana kendi ruhundan üflemiştir. Ruhun, fizik varlık olan bedenle birleşmesinden insan denilen meçhul doğmuştur. Bu meçhul varlığı diğer yaratıklardan ayıran en büyük özellik aklıdır. İnsana insan olma özelliğini veren aklı, hiçbir siyasal düşünce ve hiçbir otorite tarafından ipotek altına alınamaz, alınmaya ve sınırlandırılmaya çalışılmamalıdır.

 Çünkü evren; mutlak ve göreceli varlık olmak üzere iki kısımda değerlendirilir. Mutlak varlık Allah’tır. Diğer varlıklar; evren/kainat/kozmik alem göreceli varlıklardır. Göreceli  varlıklardan en önemlisi olan “insan, ilahi planın yaşayan simgesidir.”   İlahi plandaki düzenin bir benzerini de insan yeryüzünde kurmalıdır. Bu düzenin en bariz özelliği “ADALET”tir.  

  1. Adalet göreceli olmamalıdır. Kişilere göre adalet oluşturulmamalıdır. Adalet mutlak, evrensel ve sağduyu tarafından kabul edilebilir olmalıdır.
  2. Genel kural olarak “din samimiyetdir” şekliyle ifade edilmektedir. Onun için siyasiler ya da dünyevi menfaat elde etmek için gayret gösteren insanlar samimi olmalı,  yalandan uzak kalmalıdırlar.  Siyaseti; “Negatifi (yalanı), pozitif (sahih/doğru) gösterme sanatıdır” şeklinde tanımlamamalıdırlar. Çünkü İslam’ın en bariz özelliklerinden biri de “yalan söylememektir.” Bazı siyasiler güya kendilerini mazur göstermek için “Allah affetsin, ben siyasî konuşacağım” diyerek göz göre göre, bile bile yalan söyleyerek insanları siyasî, dünyevî menfaat için kandırmamalıdırlar. Bazı sözde siyasiler(!) çifte standart konuşmalarla insanımızı gerçek kimliğinden uzaklaştırarak çifte kimlikli hale getirmişlerdir.  
  3. İnsan sadece yaratanına karşı kuldur. Ona ibadet eder, onun için secdeye varır. Başkalarının kulu değildir. İnsanın kendi kaderini kendi tayin etme hakkı vardır. Hiç kimse bir başkasının kaderini tayin etme,  ya da ipotek altına alma hakkına sahip değildir. Şairin dediği gibi bazıları “… kaderin üstünde kader vardır…”  diyerek elden gelen tüm gayretleri göstererek imkansız gibi görüneni imkanlı hale getirmeye çalışmaktadırlar.   Yine bazıları da birilerinin eline vurup ekmeğini aldığı kişilere “nasip değilmiş”, “bu senin kaderinmiş” diyerek kader yaftası yapıştırmaktadırlar. Bu durum kabul edilebilir ahlakî ve dinî bir davranış biçimi değildir.   İnsanın özgürlüğü kimse tarafından kader yaftası ile sınırlandırılmaya çalışılmamalıdır.
  4. Sonra rızık da Allah’a aittir. Kul kesbeder/çalışır, Allah da kulun rızkını verir. İnsanlar Allah’tan bekleyeceği rızkı kullardan/siyasilerden beklememelidir. Kullar Allah’ın “rezzâk” sıfatını unutarak bazılarından bekler olmuşlardır. Bu kabul edilebilir bir davranış biçimi değildir.
  5. Yüce yaratan evrende hiç bir şeyi tecrit etmemiştir. İnana da inanmayana da çalışması karşılığında rızkını vermektedir. Hiç kimseyi öteleştirmemiştir. İnsanları öteleştirmeye de hiç kimsenin hakkı olmamalıdır.  Kardeşleşmeye mutlak anlamda ihtiyacımız vardır.   Türkiye’nin normalleşmeye ihtiyacı vardır. Halk kendi arasında gizlice birbirlerinden ayrışmış gibi görünmektedir. Bazıları bazılarını hâşâ kendilerini Allah yerine koyarak küfürle itham etmektedirler. Oysa iman ve küfür ayrımı gerçek anlamda âhirette ayrıştırılır.  Bu iş kulun sınırını çok aşmaktadır. “Din orta yoldur.” İfrat ve tefritten uzak orta yolda hareket etmeye ihtiyacımız vardır. Orta yol adalettir. Türkiye’nin acilen normalleşmeye ihtiyacı vardır. Bu normalleşmeyi kanaat önderleri ile akl-ı selim sahipleri sağlamalıdır.
  6. Senelerdir  “bürokratik vesayet”  ve “bürokratik oligarşi”den şikayet edilmekte idi. Bakanlıkların adlarının değiştirilmesi, kadroların mülga durumuna düşmesi ile bu hastalık bir anda bitirildi. Ancak bu sefer de siyasî vesayetile siyasî oligarşi  ortaya çıktı.

Birçok yerde bir siyasî partinin genel merkezi adına hareket eden bireyler, kendilerine verilen görevlerini ifa ederlerken, çoğu zaman ehliyeti unutarak kendilerini kim ikna ederse, onlar amaçlarına ulaşmış olurlar. Bu uygulamada akraba, arkadaş ya da yandaşlar ön plana çıkmaktadır. Çoğunlukla halkın ekseriyetinin istemediği bir durum ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de bir kişinin adı vesayet sahibi tarafından büyük oranda istismara uğratılmaktadır. Vesayetçiler genellikle birilerinin başarılarını kendi başarıları olarak lanse etmektedirler.

Siyasi oligarşi de artık yaygınlaşmaya başladı. Genel merkez taşradaki yerel yöneticilerin önerisini genel olarak kabul etmektedir. Yerel yöneticilerin önerdiği kişiler çoğunlukla vekil sıralamasına girmektedirler. Bu sefer Ankara’ya gönderilen vekiller genel merkezle gerekli diyaloğu sağlayarak  birbirlerini korumaya çalışmaktadırlar. Kurulan bu  fasit daire siyasi oligarşiyi oluşturmaktadır. Oligarklar artık tek güç olmuşlardır. Oligarklar içinde ki meşverette   ehliyet arka plana itilmiştir. Ehliyetin olmadığı yerde adaletten söz etmek ne kadar anlam ifade eder. Adaletin olmadığı yerde de adil yönetim hiç gerçekleşmez. Adil bir yönetimin olmazsa olmazı  adalet, ehliyet ve meşverettir. Bu terminolojiler sözle ifade edilir oldu, gerçekte ise tamamen unutuldu.

  1. Bazı siyasi teşkilat başkan ve üyeleri; bireysel, ailevî ya da yandaşlarının kompleks ve husumet duygularının intikamını almak için kurulmuş gibi görünmektedir.   Bunların siyasi evreni üyelerinin ufukları, menfaatleri kadardır. Tıpkı tarihte İspanya’da kurulan “tevâifü’l-mülûk” gibi olup hasımlar kendi menfaat topluluğunu oluşturmaktadırlar. Daha işin başında alt birimin bir maraz, bir ur gibi üst birimi hiçe sayarak pervasızca hareket etmesi, bu hastalığın ileride daha vahim sonuçlar doğuracağı mukadder gibi görünmektedir.

Oysa bir siyasi partinin evreni veya siyasi kapsam alanı tüm insanlar olarak belirlenir. Siyasette hasım değil, hısım çoğaltılır. Siyasi organizma bir vücut gibi olmalıdır. Özellikle yönetim ailesi aynı sevinci ve aynı kederi hissedebilmelidirler. Sözde, eski defterler açılarak siyasi faaliyetler yürütülemez. Siyasette hesap ve kitapla bir yere varılamaz. Siyasette hasbîlik esas olmalıdır.

 

SONUÇ OLARAK

Türk milleti Anadolu’ya geldiği günden itibaren ciddi boyutta hiç bitmeyen bir mücadeleyle karşı karşıyadır. Bu coğrafya asla rehavete gelmez. Bu coğrafya insanı daima dinamik olmak zorundadır. Müstevliler yüz yıl önce gerek Türk Milletini ve gerekse İslam dünyasını istedikleri gibi dizayn ettiler. Bitirdik dedikleri Anadolu bozkır coğrafyasından Türk Milleti yeniden bütün haşmeti ile kendini tebarüz ettirmeye başladı. Düzen koyucular bu uyanışa yüz yıl sonra da yeniden bir ayar vermek, bizi ve İslam alemini bir daha uyandırmamak için sinsi planlarını ortaya koymaya çalışmaktadırlar. İçte ve dışta sinsi planlarını bir bir harekete geçirmeye başlamışlardır.

Hiç bir Türk vatandaşı dinî, millî,  ahlakî ve vicdanî  çıkarlarına muhalif olarak hainlerle işbirliği içine giremez, girmemelidir. Varsa ihanet eden ihanetinin bedelinin ödemelidir. Ancak bilmeyerek, gafletle yanlış bir yerde olanlar farkındalık göstererek derhal kardeşlerinin yanında yer almalı ve   özüne dönmelidir.

Gelecek Türk milletinin gençlerinindir. Selçuklu’nun inkırazından altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu doğdu. Osmanlı’nın çöküşünden sonra doğan Türkiye Cumhuriyetinden de yeniden Türk Yüzyılı meydana getireceğine adım gibi inanıyorum. Yeter ki bir olalım, kardeş olalım. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için olalım. Türkiye’nin bekası birliğimizdedir, kardeşliğimizdedir. Milli idealimiz; tek DİN, tek DİL, tek MİLLET, tek DEVLET ve tek BAYRAKtır. Tarihten getirdiğimiz en önemli hasletimiz; Türk milletinin ve Türk devletinin dostuna dost, düşmanına düşman olabilmektir.

An itibariyle (Çarşamba 28.02.2018) hiç bir siyasi parti ile resmi bir bağım olmadığını bildirir, kamu oyu ile paylaşırım.

Saygılarımla.”dedi.

Yrd.Doç.Dr Ramazan HURÇ

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.